Eğitim,
işgücünün niteliği açısından önemli bir göstergedir. Eğitim, işgücünün daha
nitelikli hâle gelmesini sağlayarak beşerî (insan) sermayenin gelişmesini
sağlar. Günümüzde beşerî sermaye en az fiziki sermaye kadar önemli bir faktördür.
İşgücünün niteliği genelde eğitim düzeyi (diploma) ile ölçülmektedir. Fakat
işgücünün niteliğini sadece alınan diploma ile ölçmek yanıltıcı olabilir. İş
başında alınan eğitim, kullanılan teknoloji ve edinilen deneyim ve tecrübeler
de nitelik açısından önemlidir (Kepenek ve Yentürk, 2010, s. 420). Fakat bunların
sayılara aktarılmasında sorun olduğu için işgücünün niteliği eğitim düzeyi ile
ölçülmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğunda nüfusun büyük bir kısmı eğitimden yoksun idi. 1927
nüfus sayımına göre nüfusun sadece %10,6’sı okuryazar idi. Bir ülkenin ekonomik
ve sosyal kalkınmasında beşerî sermayenin geliştirilmesi sürekli ve istikrarlı
bir eğitim ile mümkün olmaktadır. Yapılandırılmış (formel) eğitimin yanı sıra
yarı yapılandırılmış (nanformel), yapılandırılmamış (informel) eğitimi de kapsayan
yaşam boyu eğitim, bireylerin kendilerini geliştirmesini sağlar. Bu noktada yapılandırılmış
eğitimin yanısıra diğer eğitim sistemlerinin de geliştirilmesi gerektiği
vurgulanmalıdır. İş ve çalışma hayatında hizmet içi eğitimin daha nitelikli ve
işlevsel hâle getirilmesi, tecrübelerin aktarıldığı konferans etkinliklerinin
çoğaltılması vb. etkinlikler işgücünün niteliğine önemli katkı sağlayacaktır.
Türkiye
Cumhuriyeti 1924’teki Tevhid-i Tedrisat Kanunu
(Öğretim Birliği Yasası) ile eğitim sistemini, ardından Harf Devrimi (1928) ile de kullandığı alfabeyi
değiştirmiştir. Özellikle Harf Devrimi ile pek çok kişi yeni sisteme göre
okuryazar olmayan nüfusa dahil edilmiştir. 1927’de %10’lar düzeyinde olan
okuryazarlık oranı 1928’de yüzde sıfır düzeyine inmiştir. Bu tarihten sonra
eğitim düzeyi ve dolayısıyla okuryazarlık oranını artırmaya yönelik
politikalarda önemli ilerleme sağlansa da eğitim tüm bireylere
ulaştırılamamıştır. 1935’te yaklaşık %19 olan okuryazar oranı 1965’te yaklaşık
%49’a 1990’da %80,5’e ve 2010’da %94’e yükselse de toplam nüfusun hâlâ %6’lık
kısmı okuryazar değildir. Bu oran kadınlarda yaklaşık %10’dur (Kalkınma
Bakanlığı, 2011).
Türkiye’de
eğitim ve öğretim anlamında Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze önemli ilerleme
sağlanmış olsa da gelişmiş ülkeler düzeyi henüz yakalanamamıştır. 1997’de 4036 sayılı Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Temel
Eğitim Yasası ile birlikte 5 yıllık olan zorunlu eğitim ve öğretim 8
yıla çıkarılmıştır. Yasa, eğitim süresi açısından olumlu sonuçlar yaratırken,
endüstri ve meslek liselerine yönelik talebi ciddi ölçüde düşürmüştür. Bu da
sanayinin nitelikli ara elemanı ihtiyacını karşılamasında olumsuzluklar
yaratmıştır. Türkiye’de eğitim politikasının belli bir stratejiye göre oluşturulamaması,
eğitimde önceliklerin ve sistemlerin sürekli değişmesi, eğitim çıktılarına
olumsuz yansımaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder