6 Haziran 2013 Perşembe

Nüfusun Eğitim Özellikleri



Eğitim, işgücünün niteliği açısından önemli bir göstergedir. Eğitim, işgücünün daha nitelikli hâle gelmesini sağlayarak beşerî (insan) sermayenin gelişmesini sağlar. Günümüzde beşerî sermaye en az fiziki sermaye kadar önemli bir fak­tördür. İşgücünün niteliği genelde eğitim düzeyi (diploma) ile ölçülmektedir. Fakat işgücünün niteliğini sadece alınan diploma ile ölçmek yanıltıcı olabilir. İş başında alınan eğitim, kullanılan teknoloji ve edinilen deneyim ve tecrübeler de nitelik açısından önemlidir (Kepenek ve Yentürk, 2010, s. 420). Fakat bun­ların sayılara aktarılmasında sorun olduğu için işgücünün niteliği eğitim düze­yi ile ölçülmektedir.


Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda nüfusun büyük bir kısmı eğitimden yoksun idi. 1927 nüfus sayımına göre nüfusun sadece %10,6’sı okuryazar idi. Bir ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınmasında beşerî sermayenin geliştirilmesi sürekli ve is­tikrarlı bir eğitim ile mümkün olmaktadır. Yapılandırılmış (formel) eğitimin yanı sı­ra yarı yapılandırılmış (nanformel), yapılandırılmamış (informel) eğitimi de kapsa­yan yaşam boyu eğitim, bireylerin kendilerini geliştirmesini sağlar. Bu noktada ya­pılandırılmış eğitimin yanısıra diğer eğitim sistemlerinin de geliştirilmesi gerektiği vurgulanmalıdır. İş ve çalışma hayatında hizmet içi eğitimin daha nitelikli ve işlev­sel hâle getirilmesi, tecrübelerin aktarıldığı konferans etkinliklerinin çoğaltılması vb. etkinlikler işgücünün niteliğine önemli katkı sağlayacaktır.


Türkiye Cumhuriyeti 1924’teki Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasa­sı) ile eğitim sistemini, ardından Harf Devrimi (1928) ile de kullandığı alfabeyi de­ğiştirmiştir. Özellikle Harf Devrimi ile pek çok kişi yeni sisteme göre okuryazar ol­mayan nüfusa dahil edilmiştir. 1927’de %10’lar düzeyinde olan okuryazarlık oranı 1928’de yüzde sıfır düzeyine inmiştir. Bu tarihten sonra eğitim düzeyi ve dolayısıy­la okuryazarlık oranını artırmaya yönelik politikalarda önemli ilerleme sağlansa da eğitim tüm bireylere ulaştırılamamıştır. 1935’te yaklaşık %19 olan okuryazar oranı 1965’te yaklaşık %49’a 1990’da %80,5’e ve 2010’da %94’e yükselse de toplam nü­fusun hâlâ %6’lık kısmı okuryazar değildir. Bu oran kadınlarda yaklaşık %10’dur (Kalkınma Bakanlığı, 2011).


Türkiye’de eğitim ve öğretim anlamında Cumhuriyetin kuruluşundan günümü­ze önemli ilerleme sağlanmış olsa da gelişmiş ülkeler düzeyi henüz yakalanama­mıştır. 1997’de 4036 sayılı Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Temel Eğitim Yasası ile birlikte 5 yıllık olan zorunlu eğitim ve öğretim 8 yıla çıkarılmıştır. Yasa, eğitim sü­resi açısından olumlu sonuçlar yaratırken, endüstri ve meslek liselerine yönelik ta­lebi ciddi ölçüde düşürmüştür. Bu da sanayinin nitelikli ara elemanı ihtiyacını kar­şılamasında olumsuzluklar yaratmıştır. Türkiye’de eğitim politikasının belli bir stra­tejiye göre oluşturulamaması, eğitimde önceliklerin ve sistemlerin sürekli değişme­si, eğitim çıktılarına olumsuz yansımaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder