Ortaklık rejiminin iyi bir şekilde işletilememesi ve
hatta bazı dönemlerde askıya alınması, Türkiye’nin ortaklık ilişkileri
çerçevesinde Topluluğa katılmasının çok kolay olmayacağını göstermiştir. Bundan
dolayı Türkiye, bir yandan Avrupa’da Soğuk Savaş’m sona ermesi sonrası oluşan
yeni durumu dikkate alarak Avrupa’ya entegre olma çabalarına yeni bir boyut
kazandırmak ve diğer yandan da ortaklık rejiminde ortaya çıkan sorunların
çözümüne ve Topluluğun mali kaynaklarını kullanma konusunda daha iyi koşullara
kavuşmak amacıyla Ankara Anlaşması’nda öngörülen tedrici bütünleşme sürecinin
tamamlanmasını beklemeden 14 Nisan 1987 tarihinde üyelik başvurusu yapmıştır.
Tam üyelik ile ayrıca Yunanistan karşısında bir denge de kurulacaktı. Zira
Türkiye ile Yunanistan arasındaki mevcut sorunlar Avrupa düzeyinde gittikçe
siyasallaşmaya başlamıştı. Elbette Türkiye’nin iç siyasal yaşamına ilişkin
koşullar da erken üyelik başvurusu yapılmasına neden olmuştur. Zira, 12 Eylül
1980’de meydana gelen askerî darbe sonrasında siyasi çevrelerde Türk
demokrasisinin ve ülkenin liberalleşmesinin Topluluğa üyelik suretiyle
sağlamlaştırılması düşüncesi hakimdi.
Komisyon, Türkiye’nin tam üyelik
başvurusuna ilişkin olarak 18 Aralık 1989’da açıklamış olduğu görüşünde
(Avis), öncelikli olarak kendi iç
bütünleşmesini tamamlamadan Toplulukların yeni bir üyeyi daha kabul
edemeyeceği; Türkiye’nin, Topluluklara katılmaya ehil olmakla birlikte,
ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu
nedenle, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve
Ankara Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir. Nihayet
Türk-Yunan sorunlarının da Türkiye’nin tam üyelik sürecinde engeller
yaratabileceğine dikkat çekilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder